|
|||
![]() |
MUHATABININ YÜREĞİNE DEĞMEYEN DOĞRU | ||
| Hasan TOSUN | |||
Aynı hakîkat, iki ayrı ağızdan çıktığında kader değiştirir. Çünkü söz yalnızca anlam taşımaz; zaman taşır, niyet taşır, muhatabın yüreğine değdiği yeri taşır. Hakîkat çıplaktır; fakat hakîkatın çıplaklığı teşhir değildir. Kimi bakışta utanç, kimi bakışta uyanış olur. Bu satırlar, bilginin değil; söylenişin, doğruluğun değil; duyuluşun, ilmin değil; insanla temas kurma sanatının anlatısıdır. Zamanın birinde bir talebe vardı. Kitaplarla büyümüş, satır aralarında nefes almıştı. Hükümleri bilirdi, delilleri ezberdi; zihni hızlı, kalbi aceleydi. Hocası ona “İlim-i siyaseti" öğreteyim demişti. O, siyaseti kirli bir ses sanıp kulağını tıkamıştı. Oysa hoca, kelimenin edebini, hakîkatın omuzlara bindirilmeden nasıl taşınacağını anlatıyordu. Talebe anlamamıştı; çünkü anlamak için önce dinlemek gerekirdi. Yola çıktı. Bir toplantı vakti, bir topluluk… Yanlış vardı, apaçık. Talebe, doğruluk ateşiyle ayağa kalktı. Sözleri doğruydu ama tonu sertti. Hakikat bir kılıç gibi savruldu. Kılıçla söylenen doğru, kulağa değil; gurura çarpardı. Gurur yaralandığında akıl geri çekilirdi. Kalabalıklar çoğu zaman anlamı değil, sesi ölçerdi. Tepki büyüdü; çünkü ses yüksekti. Hakîkat yine yerinde durdu, insan örselendi. Talebe geri döndü. Bu kez kitap değil, insan okudu. Dinledikçe anladı: Bir sözün ağırlığı sesinden değil, taşıdığı niyetten gelir. İlim-i siyaseti öğrendi. Sözü kişiye göre tartmayı, hakîkatı incitmeden göstermeyi, insanın yanlışta çoğu zaman bilgiyle değil, aidiyetle durduğunu kavradı. Çünkü insan yanlışı değil; kendini savunurdu. Yıllar geçti. Aynı durumu bu kez okul koridorlarında yaşadı. Öğrenciydi; defteri dolu, dili hızlıydı. Yanlış çözülen sorularda ayağa kalkar, öğretmeninin sözünü keserdi. Doğruyu erken söylemenin erdem olduğuna inanırdı. Cevaplar kusursuz, sınıf soğuktu. Bilgi tahtada kaldı, ilişkiler dağıldı. Orada anladı: Okul yalnızca bilgi aktarılan yer değildir; insanın incinip incinmediğinin ölçüldüğü bir alandır. Sonra roller değişti. Aynı sıralara bu kez karşıdan baktı. Bingöl’de eski bir okul binasında ders anlattı. Taş duvarlar, söylenmiş ve söylenememiş cümlelerin gölgesini taşıyordu. O duvarlar şunu öğretti: Zihin mantıkla açılır; fakat kalp kapanırsa kapı kilitlenirdi. Yanlışa nasıl dokunduğun, doğruyu nasıl sunduğundan daha belirleyicidir. Önce sustu. Dinledi. Sınıfta bakışların yönünü, defter kenarındaki karalamaları, sorudan kaçan yüzleri izledi. Anladı ki öğrenci yanlışta ısrar etmiyor; anlaşılmadığını hissediyordu. Otorite yükseldikçe kimlik savunmaya geçiyordu. Bilgi çatışmıyor, benlikler karşı karşıya geliyordu. Dili ayarladı. Tonu düşürdü. Doğruyu saklamadı; fakat yolunu uzattı. Yanlışı düzeltti, sahibini korudu. Tahtaya değil, simalara baktı. O an sınıfta bir hareket başladı. Sorular geldi, defterler açıldı. Bilgi kendine yer buldu. Çünkü hakîkatın ışığı göze tutulmamıştı; çeperine tutulmuştu. Bugün medrese yerini ekrana, topluluk yerini dijital alanlara bıraktı. Değişen pek az şey var. İnsan hâlâ doğruyu değil, kendisini incitmeyeni dinliyor. En haklı cümle sert sunulduğunda direnç üretir; en eksik fikir özenle söylendiğinde kabul görürdü. Eğitim de iletişim de aynı yerden kırılıyor: Haklı olmaya odaklanıp anlaşılmayı unutuyordu. Oysa iletişim bir kas gibidir; zorlandıkça değil, ayarında kullanıldıkça güçlenir. Yanlış dozda zehir, doğru dozda şifa olur. Empati, bu ilmin yüreğidir. Karşındakinin neden yanlışta durduğunu anlamadan onu doğruda tutamazsın. Çünkü insan, inandığını kaybettiğinde kendini kaybedeceğini sanır. Talebenin, öğrencinin, öğretmenin öğrendiği ders aynıdır: Hakîkat bir ışıktır. Göze tutulursa kör eder. Çeperine tutulursa yol gösterir. Söz, sert olduğunda duvara çarpar; yumuşak olduğunda yüreğine sızar. Bazen durmak, konuşmaktan daha öğreticidir; çünkü insan ancak incinmediği yerde öğrenir. Bugün sınıfa girerken, kürsüye çıkarken, ekrana yazı yazarken önce kendimize seslenmeliyiz: "Haklı olmayı değil, faydalı olmayı seç." Çünkü bazen bir cümle toplumu uyandırır; bazen aynı cümle, aynı toplumu taşlamaya sürükler. Nihayetinde mesele şudur: Hakîkat, kimin dilinden, ne zaman ve nasıl çıktığını asla unutmaz. |
|||
| Etiketler: MUHATABININ, YÜREĞİNE, DEĞMEYEN, DOĞRU, , | |||
|